HUKUKÇU & YAZAR DR. ALİ ERYILMAZ İLE SÖYLEŞİ
Sizi yazmaya yönlendiren
şeyler nelerdir?
Küçüklüğümden bu yana çok okuyan
birisiyim. Yazmaya karar vereli çok oldu ancak bir türlü fırsat bulamamıştım.
İşin doğrusu nasıl yazacağımı da bilmiyordum. Asosyal bir insan değilim ama
yalnızlığı da seviyorum. Ara sıra içimde birikenleri kâğıda dökerek aslında
kendi kendime terapi uyguluyordum. Fark ettim ki yazmak psikolojik anlamda bana
antidepresanlar kadar iyi geliyor ve yan etkileri de yok. Sonrasında kendimi
sürekli yazmaya verdim. Yazarken içinde bulunduğum ortamdan kopuyorum ve
kurguladığım dünyanın içinde yaşamaya başlıyorum. Sorunları, hastalıkları hatta
sokaktaki gürültüyü dahi unutuyorum.
Kimsenin
okumayacağını bilseniz yine de yazar mısınız?
Öncelikle başkaları için yazmıyorum.
Yazmak bana kendimi iyi hissettirdiği için yazıyorum. İlk zamanlar kimse
okumasa da kızıma benden hatıra kalır, en azından o okur diyordum. Ama ne mutlu
ki artık belirli okuyucu kitlem oluşmaya başladı ve artık yazarken sadece
kendimi değil okuyucuları da düşünerek yazıyorum.
İlk
kitabınızı ne zaman ve nasıl çıkarmaya karar verdiniz?
İlk kitabım “Kan ve Zafer – Antik
Roma” isminde bir tarih kitabıydı. Öğrencilere anlattığım konularda piyasada
yeterli kitap bulunmadığından öğrenciler her konu için farklı kitapları almak
ya da incelemek zorunda kalıyordu. Çalışırken sadece ders notlarıyla çalışmakta
tatmin edici olmuyordu. Ben de bütün konuları tek bir kitapta toplamaya karar
verdim. Yazdım ve üniversite matbaasında bastırdım. İlk baskı da üç ay da bitti
zaten. İlk ciddi anlamda yazma eylemim de bu şekilde başladı.
Kitabınızı
yazmaya başlamadan önce mi kurgularsınız yoksa yazarken kendiliğinden mi
gelişir?
Yazmaya başlamadan önce
kurgulayacağım bir olay kafamda oluşmuştur. İlk olarak olaya uygun bir karakter
oluşturuyorum. Bir Türk kraliçesi ise ona uygun karakteristik özellikler
belirliyorum. Mesela zeki, istişareye önem veren, halkla iç içe yaşayan, tebaası
tarafından sevilen, iyi savaşan, kültürlü ve bilgili tabi kraliçe olduğu için standart
kadınlardan daha güzel ve çekici bir kadın karakter oluyor. Karakteri
oluşturduktan sonra romana nasıl başlayacağıma ve nasıl bitireceğime karar
veriyorum. Sonrası ise kurguya uygun olarak yazarken kendiliğinden gelişiyor.
Okuduğunuz
ve beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?
En çok hatta tekrar tekrar
kitaplarını okuduğum tek yazar Dostoyevski. Çünkü edebiyat dünyasında insan
psikolojisini romanlarında en güzel verebilen yazar. Zaman ve mekân tasvirleri
ise harikulade. Her kitabı bir ders kitabı olabilecek derecede önemli. Tarık
Buğra, Sabahattin Ali ve elbette Yaşar Kemal de vazgeçemeyeceğim yazarlar. Her
ne kadar günümüzde edebiyat köyden çıkıp şehirlere yerleşmiş olsa da eski
Anadolu’yu ve insanını omların dilinden okumak bam başka bir zamanda yolculuk
hissi uyandırıyor bende. Orhan Pamuk’u sona bıraktım çünkü kendisi yaşayan
yazarlar arasında gerçek anlamda tek yaratıcı yazardır benim için. Doğuyu ve
batıyı harmanlayıp, klasik köy anlatımından çıkarak büyük bir metropolde ne
hayatların yaşandığını önümüze koyan en önemli yazardır. Elbette iyi bir öğretmendir
benim için.
En
son hangi kitabı okudunuz?
En son okuduğum kitap Patrick
Modiano’nun 2014 Oscar Edebiyat ödülü alan “Mahallede kaybolma diye” isimli
romanı. Heyecanla başlamıştım kitabı okumaya ancak hayal kırıklığı ile
bitirdim. Beklentilerimi karşılamadı doğrusu.
Sizce
herkes yazabilir mi? Yoksa yazmak bir yetenek işimi?
Ülkemiz dışında yazarlık
dünyasında “Creative Writing” denilen bir kavram var. Maalesef Türkiye’de
yazarlık kursu verenler ya da yazanlar bu kavramı “Yaratıcı Yazarlık” olarak tercüme
ediyorlar. Bu da yazar adaylarını işin başında ümitsizliğe düşürüyor. Yazmak
için yaratıcı olmak, doğuştan gelen bir yeteneğe sahip olmak gibi özelliklerin
gerektiği hissine kapılıyorlar. Halbuki yaratıcı olan yazar değildir, yazdığı
metindir. Yaratıcı metin de ortaya öncekilerden farklı bir “şey” koyan
metindir. Hakkında yazılmamış bir şey kalmayan günümüzde aslında hala yazacak
çok şey var. Çünkü bir başka yazarın kendi iç dünyası ve kelime haznesiyle
anlattıklarını daha farklı bir tarzda anlatabilecek nice yazarlar çıkacaktır.
Oğuz Atay ilk yazmaya başladığında eleştirmenlerin saldırına maruz kaldı ama
yılmadı. Sonradan anladılar ki Oğuz Atay yazdıklarıyla edebiyata bam başka bir
tarz getirmişti. Yazdığı metinler hiç kimsenin yazdıklarına benzemiyordu. İşte
yaratıcı yazarlık budur. Velhasıl yazmak için yetenek gerekmiyor, çok okumak ve
vazgeçmeden sürekli yazmak gerekiyor. Bir paragraf yazarken on paragraf
düşünmek gerekiyor. Okuyan, okumayı seven herkes yazabilir. Ancak unutmamak
gerekir ki yazmaktan daha önemli olan ne yazdığın ve nasıl yazdığındır.
Yazar
olmak isteyenlere tavsiyeniz nedir?
Elbette çok okumak. Okumayan bir
insan yazamaz. Yazar olmak isteyenler ayrıca farklı okumalıdır. Sıradan bir
okuyucudan farklı olarak okuduğu kitabı çözümleyerek okumalıdırlar. Kitaptaki
kahramanları, onlara verilen karakteristik özellikleri, çatışmaları,
tasvirleri, sahnelerin gelişmesini, çözümlemeyi inceleyerek okumalıdırlar. Bu
okuma kendilerine teknik anlamda çok şey katacaktır. O yazardan kitabını
okurken yazma teknikleri dersi almak gibi bir şey bu aslında. Hem de bire bir
özel bir ders. İstedikleri halde yazmaya başlayamıyorlarsa teknik olarak destek
almak için yazarlık kursları var. Mutlaka bu kurslardan kazanımları olacaktır.
Ama her şeyin başı okumak ve üşenmeden, yılmadan oturup yazmaya başlamak.
Konuları
nasıl seçersiniz?
Genelde konularımı tarihten
seçiyorum. Ya az bilinen ama unutulmuş bir kahramanı bulup çıkartıyorum ya da
olay günümüzde geçse de mutlaka tarihi konularla ya da objelerle süslüyorum. Son
kitabım polisiye roman olsa da buram buram tarih kokuyor. Konu anlamında bana
ilham veren tarih diyebilirim.
Yazma
ritüellerinizden bahseder misiniz
Örneğin
hangi saatleri ve mekânı tercih edersiniz?
Yazarken mutlaka yalnız olmalıyım
ve ortamın sessiz olması gerekiyor. Aksi halde düşüncelerimde yoğunlaşamıyorum.
Yazmaya çalıştığım olayları hayalimde canlandıramıyorum. Bu şartlara en uygun
zamanda geceler elbette. Ortalıktan el ayak çekildikten sonra yazmaya
başlıyorum ve ezan okununca da diyorum ki tamam yatma zamanı geldi. Yazacak bir
şey bulamasam da bilgisayarın başında otururum. Düşünürüm, hayal ederim. Bazen
günde bir sayfa yazarım bazen beş sayfa. Bu tamamen o andaki psikolojik
durumuma bağlı. İlhamla da pek alakalı durum değil aslında. Ben yukarıdan vahiy
gibi ilham diye bir şeyin gelmesi gerektiğine inanmıyorum. İçimden gelen sese
kulak veriyorum. Gözlerimi kapattığında beynimin hayal gücü olarak bana
verebildiklerine inanıyorum.
Farklı
tarzlarda kitaplarınız mevcut. Neden belirli tarzlarda değil de farklı
tarzlarda yazıyorsunuz?
Evet tarzları farklı gibi
görünüyor. Enheduanna ve Buğarık Hatun tarih kurgu roman. Elbette macera ve
gizem de içeriyor. Mezar Odası ise psikolojik gerilim fakat tarihten
esintilerin yer aldığı bir roman. İki bin beş yüz yıl önce yaşamış olan Lidya
Kralı Alyattes’ten çok güzel dersler alıyoruz mesela. Son yazdığım roman olan
Kutsal Cinayet konusu itibarıyla polisiye ancak o da içinde tarih barındırıyor
aslında. Mitolojik anlatıların Hristiyanlıktaki sembolleriyle harmanlandığı
gizem dolu bir roman. Diyeceğim ne yazarsam yazayım mutlaka tarihle bağlantılı
kitaplar oluyor. Korku romanı da yazsam yine içinde tarihsel esintilerin yer
aldığı bir kitap olur. Elbette okuyucunun tercihleri de çok önemli. Bir dönem
aşk romanları popüler olurken bir bakıyorsunuz bir yıl sonra polisiye romanlar
popüler oluyor. Okuyucuya ulaşabilmek için de tarzlarda değişiklikler
olabiliyor. Ama tarih her zaman her tarın içinde mevcut.
Ülkemizde
okuma azlığı oranı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu alışkanlık sizce nasıl
edinilmeli?
Okuma alışkanlığı sonradan kolay
kolay kazanılan bir alışkanlık değil. Çocukken kitap okumayı sevdirmek
gerekiyor. Bunun içinde öncelikle anne ve babaların kitap okuması lazım. Çocuk
daha okula başlamamış ve okumayı bilmiyorsa anne ve baba kitabı eline alıp
çocuğa okumalıdır. Belli bir yaştan sonra ev halkı salonda toplandığında anne
ve babaların elinde kitap olması şart. Büyüme aşamasındaki çocuk kendisine rol
örnek olarak annesini aldıysa annesini, babasını aldıysa babasını taklit ederek
eline kitap alıp okumaya başlayacaktır. Olmazsa olmaz tabii bir kütüphane. Her
evde bir kütüphane olmalı. Şahsi deneyimlerim gösteriyor ki yazmaya teşvik
edilen çocuklar zamanla okumaya da başlıyor. Okumayı sevmeyen çocukları yazmaya
alıştırmak bir çözüm olabilir. Bu başlarda günlük olabilir, anı olabilir, küçük
denemeler olabilir ya da kısa öyküler olabilir. Hem bilemezsiniz geleceğin dahi
bir yazarı da olabilir ileride.
İlerleyen
dönem projeleriniz nelerdir?
Öncelikle yazmaya devam etmek
istiyorum. Daha çok ve daha farklı yazmam gerekiyor. Sonraki planımda yazarlığa
meraklı olanlar için yazarlıkla ilgili bir kitap yazmak var. Piyasada
incelediğim yazar olmayı anlatan kitapların birçoğunun yazar olmayı
öğretmediğini fark ettim. Ve bu konuda mutlaka bir kitap yazacağım. Şu an da
yazıyorum da zaten. Bununla ilişki yazarlık atölyeleri kurmak da projelerim
arasında. Kırlangıç Akademi ile çok güzel bir proje hazırladık bu konuda. Ay
sonunda hayata geçeceğini umuyorum. Bu işe gönül vermiş bir insan olarak
okullarda okumak ve yazmak konusunda seminerler ya da söyleşiler de düzenlemek
istiyorum. Takdir edersiniz ki mevcut bürokrasi birçok güzel etkinliği
yapabilmek için önümüzdeki en büyük engel. Okul müdürlüklerinden gelen her
türlü söyleşi teklifini geri çevirmeyeceğimi ve hiçbir ücret talep etmeyeceğimi
belirtmek istiyorum. Okuyan ve yazan bir nesil yetiştirmek için bana ne yapmak
düşüyorsa elimden gelenin fazlasını yapmaya hazırım.
Aynı
zamanda bir hukukçu olarak ülke gündemleri ile ilgili yazılarınız mevcut mu?
Her düşünen ve yazan insan gibi
ülke gündemine gelen konular hakkında çok şey söylemek ve yazmak istiyorum.
Hatta sokaklara çıkıp avazım çıktığı kadar bağırarak haykırmak istiyorum. Ama ne konuşuyorum ne de yazıyorum. Anayasanın
her açıkça ihlal edildiği, insan haklarının umursanmadığı, düşünce ve fikir
beyan etme hürriyetinin bulunmadığı bir ülkede ne yazabilir ne de
konuşabilirsiniz. Yazan ve konuşanların sonu malum. Laik ve demokratik bir
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti maalesef günümüzde korku cumhuriyetine
dönüştü. Fikirsel, sanatsal ve ekonomik anlamda uçurumun kıyısında bir ülke
olduk. Dolayısıyla ben yazmıyor ve konuşmuyorum. Aslında yazmak ya da söylemek
de gerekmiyor. Her şey o kadar açık ve anlaşılır ki (Kral çıplak ama halk kör) sadece
biraz aklımızı kullanmamız yeterli. Fazla değil, kısa bir süre sonra tarih
ülkenin son 30 yılını zaten bütün çıplaklığı ile yazacaktır. Türkiye kendi
kendisiyle hesaplaşmaya başladığı gün geleceğe ümitle bakmaya başlayacağım.
Muhteşem, faydalı ve fikir verici. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil