8 Ekim 2019 Salı

HUKUKÇU & YAZAR DR. ALİ ERYILMAZ İLE SÖYLEŞİ


   HUKUKÇU & YAZAR DR. ALİ ERYILMAZ İLE SÖYLEŞİ






Sizi yazmaya yönlendiren şeyler nelerdir?

Küçüklüğümden bu yana çok okuyan birisiyim. Yazmaya karar vereli çok oldu ancak bir türlü fırsat bulamamıştım. İşin doğrusu nasıl yazacağımı da bilmiyordum. Asosyal bir insan değilim ama yalnızlığı da seviyorum. Ara sıra içimde birikenleri kâğıda dökerek aslında kendi kendime terapi uyguluyordum. Fark ettim ki yazmak psikolojik anlamda bana antidepresanlar kadar iyi geliyor ve yan etkileri de yok. Sonrasında kendimi sürekli yazmaya verdim. Yazarken içinde bulunduğum ortamdan kopuyorum ve kurguladığım dünyanın içinde yaşamaya başlıyorum. Sorunları, hastalıkları hatta sokaktaki gürültüyü dahi unutuyorum.

Kimsenin okumayacağını bilseniz yine de yazar mısınız?

Öncelikle başkaları için yazmıyorum. Yazmak bana kendimi iyi hissettirdiği için yazıyorum. İlk zamanlar kimse okumasa da kızıma benden hatıra kalır, en azından o okur diyordum. Ama ne mutlu ki artık belirli okuyucu kitlem oluşmaya başladı ve artık yazarken sadece kendimi değil okuyucuları da düşünerek yazıyorum.

İlk kitabınızı ne zaman ve nasıl çıkarmaya karar verdiniz?

İlk kitabım “Kan ve Zafer – Antik Roma” isminde bir tarih kitabıydı. Öğrencilere anlattığım konularda piyasada yeterli kitap bulunmadığından öğrenciler her konu için farklı kitapları almak ya da incelemek zorunda kalıyordu. Çalışırken sadece ders notlarıyla çalışmakta tatmin edici olmuyordu. Ben de bütün konuları tek bir kitapta toplamaya karar verdim. Yazdım ve üniversite matbaasında bastırdım. İlk baskı da üç ay da bitti zaten. İlk ciddi anlamda yazma eylemim de bu şekilde başladı.

Kitabınızı yazmaya başlamadan önce mi kurgularsınız yoksa yazarken kendiliğinden mi gelişir?

Yazmaya başlamadan önce kurgulayacağım bir olay kafamda oluşmuştur. İlk olarak olaya uygun bir karakter oluşturuyorum. Bir Türk kraliçesi ise ona uygun karakteristik özellikler belirliyorum. Mesela zeki, istişareye önem veren, halkla iç içe yaşayan, tebaası tarafından sevilen, iyi savaşan, kültürlü ve bilgili tabi kraliçe olduğu için standart kadınlardan daha güzel ve çekici bir kadın karakter oluyor. Karakteri oluşturduktan sonra romana nasıl başlayacağıma ve nasıl bitireceğime karar veriyorum. Sonrası ise kurguya uygun olarak yazarken kendiliğinden gelişiyor.

Okuduğunuz ve beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

En çok hatta tekrar tekrar kitaplarını okuduğum tek yazar Dostoyevski. Çünkü edebiyat dünyasında insan psikolojisini romanlarında en güzel verebilen yazar. Zaman ve mekân tasvirleri ise harikulade. Her kitabı bir ders kitabı olabilecek derecede önemli. Tarık Buğra, Sabahattin Ali ve elbette Yaşar Kemal de vazgeçemeyeceğim yazarlar. Her ne kadar günümüzde edebiyat köyden çıkıp şehirlere yerleşmiş olsa da eski Anadolu’yu ve insanını omların dilinden okumak bam başka bir zamanda yolculuk hissi uyandırıyor bende. Orhan Pamuk’u sona bıraktım çünkü kendisi yaşayan yazarlar arasında gerçek anlamda tek yaratıcı yazardır benim için. Doğuyu ve batıyı harmanlayıp, klasik köy anlatımından çıkarak büyük bir metropolde ne hayatların yaşandığını önümüze koyan en önemli yazardır. Elbette iyi bir öğretmendir benim için.

En son hangi kitabı okudunuz?
En son okuduğum kitap Patrick Modiano’nun 2014 Oscar Edebiyat ödülü alan “Mahallede kaybolma diye” isimli romanı. Heyecanla başlamıştım kitabı okumaya ancak hayal kırıklığı ile bitirdim. Beklentilerimi karşılamadı doğrusu.

Sizce herkes yazabilir mi? Yoksa yazmak bir yetenek işimi?

Ülkemiz dışında yazarlık dünyasında “Creative Writing” denilen bir kavram var. Maalesef Türkiye’de yazarlık kursu verenler ya da yazanlar bu kavramı “Yaratıcı Yazarlık” olarak tercüme ediyorlar. Bu da yazar adaylarını işin başında ümitsizliğe düşürüyor. Yazmak için yaratıcı olmak, doğuştan gelen bir yeteneğe sahip olmak gibi özelliklerin gerektiği hissine kapılıyorlar. Halbuki yaratıcı olan yazar değildir, yazdığı metindir. Yaratıcı metin de ortaya öncekilerden farklı bir “şey” koyan metindir. Hakkında yazılmamış bir şey kalmayan günümüzde aslında hala yazacak çok şey var. Çünkü bir başka yazarın kendi iç dünyası ve kelime haznesiyle anlattıklarını daha farklı bir tarzda anlatabilecek nice yazarlar çıkacaktır. Oğuz Atay ilk yazmaya başladığında eleştirmenlerin saldırına maruz kaldı ama yılmadı. Sonradan anladılar ki Oğuz Atay yazdıklarıyla edebiyata bam başka bir tarz getirmişti. Yazdığı metinler hiç kimsenin yazdıklarına benzemiyordu. İşte yaratıcı yazarlık budur. Velhasıl yazmak için yetenek gerekmiyor, çok okumak ve vazgeçmeden sürekli yazmak gerekiyor. Bir paragraf yazarken on paragraf düşünmek gerekiyor. Okuyan, okumayı seven herkes yazabilir. Ancak unutmamak gerekir ki yazmaktan daha önemli olan ne yazdığın ve nasıl yazdığındır.

Yazar olmak isteyenlere tavsiyeniz nedir?

Elbette çok okumak. Okumayan bir insan yazamaz. Yazar olmak isteyenler ayrıca farklı okumalıdır. Sıradan bir okuyucudan farklı olarak okuduğu kitabı çözümleyerek okumalıdırlar. Kitaptaki kahramanları, onlara verilen karakteristik özellikleri, çatışmaları, tasvirleri, sahnelerin gelişmesini, çözümlemeyi inceleyerek okumalıdırlar. Bu okuma kendilerine teknik anlamda çok şey katacaktır. O yazardan kitabını okurken yazma teknikleri dersi almak gibi bir şey bu aslında. Hem de bire bir özel bir ders. İstedikleri halde yazmaya başlayamıyorlarsa teknik olarak destek almak için yazarlık kursları var. Mutlaka bu kurslardan kazanımları olacaktır. Ama her şeyin başı okumak ve üşenmeden, yılmadan oturup yazmaya başlamak.

Konuları nasıl seçersiniz?

Genelde konularımı tarihten seçiyorum. Ya az bilinen ama unutulmuş bir kahramanı bulup çıkartıyorum ya da olay günümüzde geçse de mutlaka tarihi konularla ya da objelerle süslüyorum. Son kitabım polisiye roman olsa da buram buram tarih kokuyor. Konu anlamında bana ilham veren tarih diyebilirim.

Yazma ritüellerinizden bahseder misiniz
Örneğin hangi saatleri ve mekânı tercih edersiniz?

Yazarken mutlaka yalnız olmalıyım ve ortamın sessiz olması gerekiyor. Aksi halde düşüncelerimde yoğunlaşamıyorum. Yazmaya çalıştığım olayları hayalimde canlandıramıyorum. Bu şartlara en uygun zamanda geceler elbette. Ortalıktan el ayak çekildikten sonra yazmaya başlıyorum ve ezan okununca da diyorum ki tamam yatma zamanı geldi. Yazacak bir şey bulamasam da bilgisayarın başında otururum. Düşünürüm, hayal ederim. Bazen günde bir sayfa yazarım bazen beş sayfa. Bu tamamen o andaki psikolojik durumuma bağlı. İlhamla da pek alakalı durum değil aslında. Ben yukarıdan vahiy gibi ilham diye bir şeyin gelmesi gerektiğine inanmıyorum. İçimden gelen sese kulak veriyorum. Gözlerimi kapattığında beynimin hayal gücü olarak bana verebildiklerine inanıyorum.

Farklı tarzlarda kitaplarınız mevcut. Neden belirli tarzlarda değil de farklı tarzlarda yazıyorsunuz?

Evet tarzları farklı gibi görünüyor. Enheduanna ve Buğarık Hatun tarih kurgu roman. Elbette macera ve gizem de içeriyor. Mezar Odası ise psikolojik gerilim fakat tarihten esintilerin yer aldığı bir roman. İki bin beş yüz yıl önce yaşamış olan Lidya Kralı Alyattes’ten çok güzel dersler alıyoruz mesela. Son yazdığım roman olan Kutsal Cinayet konusu itibarıyla polisiye ancak o da içinde tarih barındırıyor aslında. Mitolojik anlatıların Hristiyanlıktaki sembolleriyle harmanlandığı gizem dolu bir roman. Diyeceğim ne yazarsam yazayım mutlaka tarihle bağlantılı kitaplar oluyor. Korku romanı da yazsam yine içinde tarihsel esintilerin yer aldığı bir kitap olur. Elbette okuyucunun tercihleri de çok önemli. Bir dönem aşk romanları popüler olurken bir bakıyorsunuz bir yıl sonra polisiye romanlar popüler oluyor. Okuyucuya ulaşabilmek için de tarzlarda değişiklikler olabiliyor. Ama tarih her zaman her tarın içinde mevcut.

Ülkemizde okuma azlığı oranı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu alışkanlık sizce nasıl edinilmeli?

Okuma alışkanlığı sonradan kolay kolay kazanılan bir alışkanlık değil. Çocukken kitap okumayı sevdirmek gerekiyor. Bunun içinde öncelikle anne ve babaların kitap okuması lazım. Çocuk daha okula başlamamış ve okumayı bilmiyorsa anne ve baba kitabı eline alıp çocuğa okumalıdır. Belli bir yaştan sonra ev halkı salonda toplandığında anne ve babaların elinde kitap olması şart. Büyüme aşamasındaki çocuk kendisine rol örnek olarak annesini aldıysa annesini, babasını aldıysa babasını taklit ederek eline kitap alıp okumaya başlayacaktır. Olmazsa olmaz tabii bir kütüphane. Her evde bir kütüphane olmalı. Şahsi deneyimlerim gösteriyor ki yazmaya teşvik edilen çocuklar zamanla okumaya da başlıyor. Okumayı sevmeyen çocukları yazmaya alıştırmak bir çözüm olabilir. Bu başlarda günlük olabilir, anı olabilir, küçük denemeler olabilir ya da kısa öyküler olabilir. Hem bilemezsiniz geleceğin dahi bir yazarı da olabilir ileride.

İlerleyen dönem projeleriniz nelerdir?

Öncelikle yazmaya devam etmek istiyorum. Daha çok ve daha farklı yazmam gerekiyor. Sonraki planımda yazarlığa meraklı olanlar için yazarlıkla ilgili bir kitap yazmak var. Piyasada incelediğim yazar olmayı anlatan kitapların birçoğunun yazar olmayı öğretmediğini fark ettim. Ve bu konuda mutlaka bir kitap yazacağım. Şu an da yazıyorum da zaten. Bununla ilişki yazarlık atölyeleri kurmak da projelerim arasında. Kırlangıç Akademi ile çok güzel bir proje hazırladık bu konuda. Ay sonunda hayata geçeceğini umuyorum. Bu işe gönül vermiş bir insan olarak okullarda okumak ve yazmak konusunda seminerler ya da söyleşiler de düzenlemek istiyorum. Takdir edersiniz ki mevcut bürokrasi birçok güzel etkinliği yapabilmek için önümüzdeki en büyük engel. Okul müdürlüklerinden gelen her türlü söyleşi teklifini geri çevirmeyeceğimi ve hiçbir ücret talep etmeyeceğimi belirtmek istiyorum. Okuyan ve yazan bir nesil yetiştirmek için bana ne yapmak düşüyorsa elimden gelenin fazlasını yapmaya hazırım.

Aynı zamanda bir hukukçu olarak ülke gündemleri ile ilgili yazılarınız mevcut mu?

Her düşünen ve yazan insan gibi ülke gündemine gelen konular hakkında çok şey söylemek ve yazmak istiyorum. Hatta sokaklara çıkıp avazım çıktığı kadar bağırarak haykırmak istiyorum.  Ama ne konuşuyorum ne de yazıyorum. Anayasanın her açıkça ihlal edildiği, insan haklarının umursanmadığı, düşünce ve fikir beyan etme hürriyetinin bulunmadığı bir ülkede ne yazabilir ne de konuşabilirsiniz. Yazan ve konuşanların sonu malum. Laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti maalesef günümüzde korku cumhuriyetine dönüştü. Fikirsel, sanatsal ve ekonomik anlamda uçurumun kıyısında bir ülke olduk. Dolayısıyla ben yazmıyor ve konuşmuyorum. Aslında yazmak ya da söylemek de gerekmiyor. Her şey o kadar açık ve anlaşılır ki (Kral çıplak ama halk kör) sadece biraz aklımızı kullanmamız yeterli. Fazla değil, kısa bir süre sonra tarih ülkenin son 30 yılını zaten bütün çıplaklığı ile yazacaktır. Türkiye kendi kendisiyle hesaplaşmaya başladığı gün geleceğe ümitle bakmaya başlayacağım.

1 yorum: